Hak-Batıl Ekseninde Modern Çağda Müslüman Olmak – II
Günümüz dünyasında Müslüman olmanın ayrıcalıklı ya da eksik bir yanı yoktur. Konu başlığı olarak ele almamız bir ayrıcalık oluşturmak yerine, çağımıza ait güncel bir farkındalık oluşturmaktır. Çünkü Müslümanlık bin yıl önce de aynı, bin yıl sonra da aynıdır. Kutsal kitabı ve peygamberi bellidir. Temel bileşenler tüm berraklığı ile ortada ve değişmez bütünlüğe sahiptir. Bundan yana bir şüphe yoktur. Yüzlerce yıl önce yaşayanlar da insandı ve bu çağ kadar teknolojik olmasa da benzer sıkıntıları, mutlulukları ve ihtiyaçları vardı. Farklılıklar, bulunulan dönemlerin şartlarında ve hedefe ulaşmak için kullanılan araçlardan ibaret. Aynı şeyi iki farklı biçimde ifade etmek, ifade edilen şeyin daha kolay, daha hızlı ya da daha fazla yayılmasını sağlamak gibi. Bilişim ve teknoloji çağında olmamız hasebiyle bunun örneklerini çokça zikredebiliriz. Gelişim; İslam’ın ruhunda olan ve hep var olması gereken bir olgudur.
Modern çağın müslümanı da ilk iş olarak şüphesiz Hakk davasının değişmez temel kaidelerini özümseyerek işe başlamalıdır. Kur’an ve sünnet sarsılmaz iki temel ışık kaynağıdır. Burada biraz da insanın fıtrati özellikleri üzerinde durmak, bunun davranışlara yansıması ve nihayetinde bir yol seçimine kadar süren hikayesine bakmak arzusundayım. İslam dini; iyi, güzel, faydalı ve adaletli olan ne varsa onu öven ve bu kavramların toplumların hayatında hakim olmasını emreden bir inançtır. Yüce Yaradan bunu en güzel şekilde kullarına iletmiştir. Buradan yola çıkarak, insani vasıfları iyi olan lakin İslam diniyle müşerref olmamış tarihteki birçok insan; daha sonrasında en tabi fıtrati yönelimlerinin isteklerine kayıtsız kalamamış ve kendini bu dinin içerisinde bulmuştur. İnsan, her şeyden önce duyguları, arzuları, nefsi ve aklı olan bir varlıktır. Bunun neticesinde, tabiatı gereği hem iyiye hem de kötüye meyledebilecek bir potansiyele sahiptir. Aksi olsa meleklerden bir farkı kalmazdı ve insan bu nedenle imtihandadır. Öyleyse insan hangi tarafını besler, büyütür ve geliştirirse, hayatının her kademesinde bu iki seçenekten biri mutlak belirleyici ve yönlendirici olacaktır. Öyle ya; nice alimler zalim, nice zalimler alim olarak göçmüşlerdir bu dünyadan.
İnsanın en büyük imtihanı; olumlu yanını ortaya hiç çıkaramaması değil, onu ömür boyu sürdürememesidir. Temizlik, vicdan sahibi olmak, adalet duygusu, yardımseverlik, tevazu, nezaket gibi daha birçok değerli vasıflar, insanın hayatında seçtiği dine kadar etkili olan çok önemli hasletlerdir. Burada şu soru sorulabilir? Hem Müslüman olup hem de bu vasıflara sahip olmayan yahut ortaya koyamayan insanlar yok mu? Ya da Müslüman olmayıp bu vasıflara sahip olan yok mu? Evet var. Zaten aynı insanlara sorduğunuzda, tüm bu olguları hayatlarında besleyip büyütmedikleri zaman, dinin riayetlerini yerine getirme konusunda da paralel olarak aynı başarısızlığı sağladıklarını göreceksiniz. Ve bu yolun sonu geri dönülmediği müddetçe o dinden çıkmaya kadar gider. Farklı dine mensup olup içinde bu fıtrati temiz duyguları besleyen kişi de; duygularına en çok ve noksansız hitap eden inanca rahatça geçebilme eğilimini gösterecektir. Tabiat ve fıtrat bunu ister. Bizim anlatmak istediğimiz de tam olarak budur. İnsanlar “Ben hakiki bir Müslüman olacağım.” deyip saydığımız vasıflardan bir haber şekilde mahrum kalırsa bir türlü istediğini elde edemeyecek. Çünkü inandığı din insana, zaten bu vasıfları öğütleyerek istediğine kavuşacağını söyler. Konuyu hayatımıza genelleyerek artık asıl sloganımız olacak şu cümleyi rahatça diyebiliriz : “Sonuçları” değil “sebepleri” amaçlamalıyız. Biz iyi olursak, faydalı olursak, temiz olursak, insanlara ve diğer canlılara merhametli olursak, üretken ve öznel olursak kendiliğimizden “Hakiki Müslüman” olmuş oluyoruz. Hayatımızdaki tüm alanlarda da bu böyle olacaktır. Evlilikte, işte, arkadaş ve akraba ilişkilerinde, siyasette, sosyal alanlarda ve daha birçok alanda bu durum asla değişmeyecek.
Modern Çağ Müslümanlarının işte tam bu noktada zannımca büyük sorunları ve aşmaları gereken engelleri vardır. Çünkü günümüz dünyasındaki hayat sistemi ilk yazımızda bahsettiğimiz “Batıl” bir sistem üzerine kuruludur. Ayrıca insanlık; teknoloji ve bilişim sistemlerinin zirve yapmasına rağmen, tarihin hiçbir döneminde bu kadar bireysel, sanal, bencil ve kötü bir dönem yaşamamıştır. Bunu neden böyle diyorum? Çünkü bahsettiğimiz o fıtrattan gelen tüm olumlu duygu, düşünce ve davranış kalıpları bu çağın tüm gelişmiş araçları ile yok edilmeye çalışılıyor. Sistem bu yok etme mekanizması üzerine kurulu ve bundan adeta besleniyor. Geçmişte de bu sistemler vardı lakin bu zamanda zirve dönemi yaşanıyor ve çok daha sistemli bir şekilde ilerliyor. O nedenle bu çağın insanlarının birçoğu geçmişi rahmetle ve hasretle anıyor ve arıyor. Yolda ölmek üzere olan birinin yanından geçen insan oralı olmadan geçebilecek taş kalbe sahipse, hatta bunu kameraya çekecek kadar küstahlaşabiliyorsa, o dünyadan o hayattan nasıl bir umut sahibi olabiliriz? Herkes yaptığı tüm iyilik ve güzellikleri bir makama gelmek, birine yaranmak yahut başka dünyevi arzuları elde etmek uğruna sergiliyorsa, nasıl Hakk’ın hakim olduğu bir dünya nizamından bahsederiz? İşte bugün modern dönem Müslümanları, sebepler üzerinde durmayıp, her alanda kolay yoldan sonucu elde etmek istediği için bu hale düşmüştür. Dinin hayat üzerindeki etkisi de aynı oranda kalkmıştır. Konuyu toparlamak ve sadeleştirmek adına şunu söylüyoruz :
Hangi çağda yaşıyorsanız yaşayın, iyiliği değil; iyiliğe giden sebepleri arayın. Çünkü insanlık tarihi; sebebini araştırmayıp, bilgilenmediği birçok şeyin başına getirdiği felaket örnekleriyle doludur. İnsan; bilmediğinden korkar ve eninde sonunda ona mağlup olur. Biz bilenlerden, sonuçlara değil sebeplere odaklanarak dünyanın arzu ettiği Hakk nizamını gerçek manada uygulayabilenlerden olalım, öyle dua edelim. Selam ve saygılarımla.
Ömer Lütfullah Başaran